15 Mayıs 2009 Cuma


HUKUKTA KURMACA -KURMACADA HUKUK
Hukuk ve edebiyat üstüne yazılarımın ilkinde, bir karşılaştırma düzlemi bulmak için "serbest" arayışa gireceğim.

Yumuşak bir sosyal bilim ya da en azından bir meslek dalı olarak hukuk ve bir sanat dalı olarak edebiyat birbirlerine pek yakın sayılmazlar ama çok uzak da sayılmazlar. Hiçbir bilim, sanat ya da meslek dalı bir diğerine o kadar da yakın ya da uzak değil. Neden tıp ve edebiyat, mühendislik ve edebiyat, vs. vs. ve edebiyat olmasın, hatta hayatın her yönü, örneğin din ve edebiyat olmasın da hukuk ve edebiyat olsun? Neden olmasın, olsun da, ben hukuk ve kurmaca (“fiction”) üzerine yazacağım.

Hukuk ve edebiyat derken, şiiri bir yana koymak istiyorum. Şiirin, öyküye ya da romana yakınlığı, kanımca, bir öykünün ya da romanın, bir senfoniye ya da resme yakınlığından fazla değil. Yani kurmaca deyince, bu denemeyle sınırlı olarak, özellikle öykü ve roman alanlarının hukukla ilişkisine değinmek istiyorum. Drama sanatlarını da şimdilik dışlayayım. Ama sadece şimdilik! Çünkü hukukla dramatik sanatlar arasındaki ilişki; hukukla öykü ya da roman arasındaki ilişkiden çok daha yakın olabiliyor.

Önce Söz Vardı, Hep Söz Olacak

Akla gelen ilk ortak nokta, hem hukukta hem de kurmacada söz kavramının taşıdığı özel önem. Söz kavramıyla ilgili olarak hukukla kurmacayı birbirine yakın kılan yönler, bir anlamda her ikisinin paylaştıkları temel sorular. Belki farklılık, bu sorulara verdikleri yanıtlarda. Önce paylaşılan sorular hakkında kafa yoralım.

Tamam, her ikisi de bir söz söylüyor. Ortada kullanılacak bir dil, hatta dilsel-yorumsal/dilsel-iletişimsel bir dil olmak zorunda da, ne sözü söylenecek?

Hukuk açısından kuralın ya da hükmün sözü asıl olurken, kurmaca açısından önemli olan hikayenin sözüdür, diyebilir miyiz? Başlangıç olarak diyebileceğimizi kabul edelim. Kuralın sözünü yasa koyucu, hükmün sözünü yargıç söyler ve yargıcın sözü, kuralın sözüne uygun olmak zorundadır. Zorundadır da, her zaman yargıç sözü, kural sözüne uyar mı? Uymayabilir. Kural ile yargı hükmü arasında “yorumda kaybolan” pek çok şey olabilir. Peki kuralın sözü neye uygun olmak zorundadır? Anayasaya. Anayasa neye uygun olmalı? Evrensel ilkelere, evrensel ahlâka veya aklınıza gelen başka yüksek ilkelere, denebilir. Denebilir de, kural, her zaman bu ilkelere uyar mı? Hayır. Antigone trajedisini akıllarına getirenler, bunun nedenini anlamakta güçlük çekmezler. Hukuksal kural-sözü, insana dair (bu kavramı da geniş anlamda alalım) herşeyi (doğal-olaylar hariç şüphesiz), her zaman, her yerde düzenleyebilir ve neye uygun olacağını ancak onu koyanlar bilir. İster zaman içinde Tanrı sözü kabul edilmiş, ister zaman içinde bir despotun, tiranın ya da kralın, isterse, belki artık, seçilmişlerin sözü olsun, kim koyarsa koysun, hukuksal bir kuralla, her şey düzenlenebilir, yani her söz söylenebilir. Bu aşamada, kuralın mantıklı ya da tabiat kurallarına saygılı olmasının bile gerekmediğini düşünüyorum.
Hangi Söz? Kimin Sözü?

Ama kuralın ya da hükmün sözünün ne olabileceği hakkındaki yargımız, bunların genellikle ne olduğunu anlatmıyor. Yani “olabilirlik”, olayların çoğunluğunda “oluyor olmak” demek değildir. Eğer büyük-sayılar yasasına bakarak, kural-sözünün ve hüküm-sözünün genellikle ne olduğunu düşünecek olursak, kural-sözünün de hüküm sözünün de, arka planda bir hikayeye bağlandığını anlarız. Kural-sözü, olası-hikayelere bağlanırken, hüküm sözü olmuş-bitmiş bir hikayeye bağlanır:

Örneğin Medeni Kanunun 28. maddesi: “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer.” Bu kural, hangi olası-hikayeye bağlanır acaba? Şuna olabilir mi?: X, bir anadan doğacaktır, yaşayacaktır ve ölecektir" ya da X, bir anadan doğmuştur, yaşamış ve ölmüştür.


Kurmacada da her söz söylenebilir. Akla gelebilecek her söz. Ama özellikle öykü ya da roman türü hakkında konuşuyorsak, kurmaca, genellikle hikayenin /hikayeleri örgüsünün sözünü söyler diyelim. Hikaye kimin sözünü söylemeli, ne anlatmalı peki? Hikaye de herşeyi, her zaman, her yerde konu edebilir ve neye uygun olacağını kural olarak, ancak (ama yalnızca geçici olarak) onu anlatan bilir.

Son Söz – Bitmemiş Söz

O zaman bir basamak ilerledim, kanısındayım. Hukuk da kurmaca da herşeyi her zaman, her yerde söyleyebilir. Acaba ikisinin arasındaki farkı “söyleyen” ya da “dinleyen” mi yaratıyor? Hukukta sözü ya yasa koyucu ya da yargıç söyler. Genel olarak önce yasa koyucu, sonra yargıç söyler. Ve bu söz, genellikle “son söz” olur. Adı üstünde “yargı”, kesip atmak demektir ve kesin yargı, kural olarak, çözdüğü mesele hakkında bir daha konuşulmasını imkânsız kılar. Kurmacada ise sözü önce yazar, sonra da eleştirmen ya da okur söyler. Bir eserin anlamı (sözü) konusunda, sadece yazarın değil, onu okuyan herkesin söz söyleme hakkı vardır. Hiçbir eser hakkında son söz söylenmemiştir belki. Eserler devamlı olarak yeniden yaratılır, denebilir. Tamam ama, bu eksik bir karşılaştırma oldu. Yasa koyucu ya da yargıç, sözü havaya söylemez. Sözün muhatapları vardır. Bunlar ya yasanın uygulanabileceği kişilerdir ya da yargıç sözünün muhatapları, yani yargılamanın tarafları. Kurmaca sözü havaya da söylenebilir ama sözünün muhatapları çoğunlukla eserin okuyucularıdır. Eseri yazardan başka kimse okumasa da, görünmez bir okur düşüncesi olmadan yazı yazılacağını düşünmüyorum. Yanılıyor olabilirim, daha derinlemesine bir yan-mecrada tartışılabilir. Yani eserimi sadece ben okumuşsam bile, ben orada “okuyucu” olmuşumdur, diyorum şimdilik.

“Zor”un Sözü – “Güzel”in Sözü – "Heves"in Sözü

Bu noktada önemli bir fark ortaya çıkıyor. Hukukun sözünün muhatapları, zoraki muhatap, kurmacanınki öyle değil. Yine hukukun “son söz’lüğü” ile kurmacanın sözünün “yarım, eksik, tamamlanmamış, hatta kayıp” söz’lüğü. Hukukun sözünün muhatapları, söze katlanmak zorundadır. Kurmacanın söznünün muhataplarının ise böyle bir mecburiyeti yoktur, yoktur da hukuktaki bu “katlanma mecburiyeti” nereden çıkıyor? Hukuk, sözü “zorla” söyler, zorla dinletir. Usulüne uygun olmak koşuluyla. Hukukun hangi tarifini kabul edersek edelim, zorlayıcılığın; hukuku, diğer kurumlardan ayıran temel bir özellik olduğunu teslim etmemiz gerek. Belki kurmacanın da bir usulü vardır –hatta kurmaca da usulüyle olmak zorundadır- ama zor’la güzellik olmaz.

Zorla güzellik olmaz, deyiverdim hiç düşünmeden. Bu, hukukla kurmacayı ayıran temel bir yöne işaret ediyor olabilir mi? Kurmacanın sözü, güzel olsa çok “güzel” olur (güzelliğin tam olarak ne olduğu ve kurmacanın sözünün güzel olmak zorunda olup olmadığı tartışmalarını şimdilik bir yana bırakarak söylüyorum). Hukukun sözü nasıl olmak zorundadır? Hukukun güzel olmak zorunda olmadığı açık. Hatta hukuk, hiçbir zaman güzel değildir. Bazı hukuki işlemlerin, örneğin evlenme, sözleşme, evlad edinme vs. anlamında “mutluluk verici” işlemler olduğu açıktır da, mutlu bir işlem, güzel bir işlem demek değildir. Burada güzellik felsefesi tartışmalarına girecek değilim ama bana göre hukukta güzel olan, hiçbir yön yoktur. Bu yargımın, ahlaki bir yargı olarak anlaşılmamasını dilerim. Benim kastettiğim, hukukun ontolojik olarak, güzellik felsefesiyle bir işi olmadığıdır. Bazı meslek insanlarının işlerini iyi yaptıklarını anlatmak için, “adam, şiir gibi dilekçe yazıyor” veya “kadın, bu işin virtüözü” türünden yakıştırmalar, o insanların yaptıklarını şiir ya da resital “mertebesine” çıkarmaz. Bu tür yakıştırmaların nedeni, daha çok, şairlik ya da virtüözlük gibi işlerin, 1. kolay kolay yapılamadığı , 2. dostta-düşmanda hayranlık uyandırdığı için olsa gerek.

Hukuku, güzellikten uzaklaştıran temel bir yön, “zor” kavramında olabilir mi? Hukuk sözü zorla söylenmekle kalmaz, çoğu zaman da “zor’un/cebirin” sözünü söyler. Yani cebir kullanma yetkisinde olanın sözünü, üstüne üstlük, cebir kullanarak söyler. Kurmaca da cebirin (hegemonyal cebirin) sözünü söyleyebilir zaman zaman. Sahibinin sesi olabilir. Ama bu sözü, hiçbir zaman “zorla” söylemez (okutmaya-ikna-yöntemleri olarak pazarlama, reklâm vb. araçlar konusu, şimdilik tartışma dışı kalsın).

Kurmacanın sözü, bir “heves sözüdür”. Aslında “heveslendirme” sözüdür. Söz söyleyenle sözün muhatabı, bir heveste, bir zevkte birleşirler. Bu, biraz da bir ürün ortaya koyan sanayici ile o üründen yararlanan (onu tüketen) alıcı arasındaki ilişkiye benzer. Ama tabii, sadece benzer, aynı şey değildir çünkü: Kurmaca, 1. kuramsal olarak, tüketilmekle bitmez 2. kurmaca “ürün”ünden “yararlanma” estetik bir yararlanmadır. Yani, insanı, kanımca, belki de diğer canlılardan ayıran en önemli ölçüte, ne işe yaradığı yüzyıllardır tarışılan bir “hikayeler uydurma ve uyduruk hikayeyi, uyduruk değilmişçesine izleme” hevesini tatmine yarar. İkinci özellik açısından, kesin bir karara varamadım aslında. Hayvanlar da “yaşama hazırlık” oyunları oynarlar ve insan hayvanının, “yaşama hazırlığında”, kurmacanın oyunsal işlevi önemli olabilir. Yani, yetişmekte olan insanlar açısından kurmaca, zaman zaman bir “oyun” işlevi görebilir de, yetişmiş insan hayvanı da bu “oyunu” sürdürmekte kararlıdır. Ciddiyeti elden bırakmak, ciddiyetsiz ve “yalan” sözde son derece ciddi gerçekler aramak, insana özgü bir heves olsa gerek.



Olmuş Bitmişe Dair Söz, Olana Dair Söz, Olması Muhtemele Dair Söz, Olmasa da Olsun’a Dair Söz

Hukukun sözü bir “zor” sözüdür, dedim. Söyleyenle sözün muhatabı arasındaki ilişki, bırakınız hevesi, genel olarak ya bir mecburiyet ya da zorlanma ilişkisidir. Yasa koyucu söz söylemeye çağrılmaz. Yazar da çağrılmaz. Bu bakımdan benzeşirler. İkisi de insana dair herşeyle ilgili olarak, her zaman ve her yerde “söz” söyleyebilirler. Ama iş, yargılamaya, yani kuralı uygulamaya gelince durum değişir. Yargıç, kural olarak, söz söylemeye davet edilir ama yazar söz söylemeye davet edilmez, kendiliğinden söyleme gereksinimi duyar sözü. Gerçi bazı hukuk sistemlerinde yargıçlar, kendiliğinden işe el atabiliyor, bizde de savcılar, kendiliğinden soruşturma vs. yapar ama hukuk, hikayeler uydurmaz. Hukuk, olası-hikayeleri sonuca bağlar ya da olmuş-bitmiş hikayeleri sonuca bağlar ve bunlar, gerçekleşmesi muhtemel ya da çoktan gerçekleşmiş hikayelerdir.

Yazarın sözü, normal koşullar altında, bir hikayedir ama o hikaye, gerçek midir, gerçeğe aykırı mıdır, olmuş mudur, olmamış mıdır ya da olabilir midir, olamaz mıdır, bilinmez. Yasa koyucu “olmayacak” bir hikaye üstüne söz söylemez. Kural olarak. Yargıç da “olmamış” bir hikaye üstüne söz söylemez. Kural olarak. Yasa koyucu olası-hikayeler ya da olası-senaryolar üstüne söz eder. Yargıç da olmuş-bitmiş bir hikaye üstüne söz söyler. Yasa koyucuyu ilgilendiren, birbirine benzeyen olası-hikayeler hakkında genel ve soyut bir söz söylemektir. Yargıcı ilgilendiren ise, olmuş-bitmiş bir hikaye hakkında son sözü söylemektir.

Hukukun Hikayesi – Kurmacanın Hikayesi

Tamam. Söz “hikaye hakkında” söylenir dedik de hikayenin neresi hakkında ve nasıl söylenir? Yasa koyucu, olası hikayelerde

1. Ya kahramana ne yapması gerektiğini söyler: K u r a l
2. Ya ne yapmaması gerektiğini: Y a s a k
3. Ya da yapacağı şeyi nasıl yapması gerektiğini: U s u l
4. Veya kahramanın yaptığı şeyi yapmış sayıp saymayacağını: T e s p i t
5. Veyahut kahramanın yaptığı ya da yapmadığı şeyin yaptırımını: C e z a, t a z m i n a t vb.

Yargıç da aynı unsurları, olmuş-bitmiş hikayeye uygular. Yargıç da o zaman 1. Ya kahramanın yapması gereken şeyi yapıp yapmadığını söyler: Kurala ilişkin tespit 2. Ya yapmaması gereken şeyi yapıp yapmadığını belirler: Yasağa ilişkin tespit 3. Ya da kahramanın yapacağı şeyi yapması gereken biçimde yapıp yapmadığını belirler: Usuli tespit 4. Veya kahramanın yaptığı şeyi yapmış sayıp saymayacağını: Yargısal Tespit 5. Veyahut kahramanın yaptığı ya da yapmadığı şeyin yaptırımını söyler: Cezayı ya da tazminatı uygular vb. Yani hukuksal anlamdaki hikayenin temel unsurları şunlar olabilir:

1. Bir özne (kahraman) veya özneler (kahramanlar)

2. Bir eylem veya eylemler (eylemi, şimdilik, yapmama kavramını içerecek şekilde tanımlarsak).

3. Eylem veya eylemlerin sonuçları (yasa koyucu veya yargıç açısından ne anlama geldikleri ve o anlama göre alacakları “cevaplar/tepkiler” )


Hukuksal hikayenin 2. unsuru, yani eylem unsuru, kural olarak ve çoğunlukla bir ilişkiden oluşur, yani en az iki kişilik işlerdir. Bunlar, etik açıdan, kural olarak:

1. ya iyi ilişkilerdir, yani anlaşma-ilişkileridir (evlenme, sözleşme)

2. ya kötü ilişkilerdir, yani çatışma ilişkileridir. (boşanma, sözleşmeye uymama, suç)

Yine, hukukun ödül verdiği ya da ödül-yargısında bulunduğu görülmemiştir. Ödül kavramının ayırıcı unsurunun, “bravo, çok iyi bir iş yapmışsın” cümlesinde somutlaştığını kabul edersek. Yargıçlar, davayı kazananı tebrik etmezler.

Hukuk, zaman zaman kınar. Ama sadece zaman zaman. Yargıçlar, kural olarak davayı kaybedeni yermezler. Yerme-kınama, kural olarak sadece ceza hukukuna özgüdür ve suç işleyip de mahkum olana verilmiş, gizli (ve çağımızda çoğunlukla şifreli) bir mesaj gibidir. Eski çağlarda, borcunu ödemeyen de kınanır, hatta hapse atılırdı ama en azından bugün, hukukta yerme kavramının içi gitgide boşalmakta gibidir. Ceza hukuku açısından bile, kınama yargısı gitgide zayıflıyor. “Yakalanmış olmak”, kınanmış olmaktan daha büyük bir sorun artık! Ayrı bir yan-mecra.

Peki yazınsal hikayede ne olup biter? Sadece yazar açısından bakalım. Yazar,

I. Olup olmayacağı belli olmayan ya da olmuş mu bitmiş mi, ne olmuş belli olmayan bir hikaye anlatır. Bu hikaye kurmaca’saldır. Yani, kural olarak uydurulmuştur. Çoğunlukla, olmuş-bitmiş hikayeler, bir kitaba-uydurulmuştur. Kurmacanın anlamını, kitaba-uydurulmuşluk olarak anlıyorum.

II. Bu hikayede de

1. Kahramanlar;

2. Eylemler;

3. Sonuçlar vardır ve

bu hikayelerde de eylemler çoğunlukla karşılıklı eylemlerdir, yani ya iyi ilişkilerden oluşur ya da kötü. Eğer eylemler, kötü ilişkilerden oluşuyorsa, bunlar genellikle çatışma kavramıyla açıklanır. Yazar da, yargıç gibi çatışmayı çözer ya da olduğu gibi bırakır. Ama çoğunlukla çözer. Çözerken ya açık ya da örtülü olarak sanki bir yargılama yapmış gibidir. “Bazarov niye öldü? Oblamov, niye yatıp duruyor?” vb. sorularla, sanki, Turgenyev’in ya da Gonçarov’un, kahramanlarının ölümünde ya da oturup durmasında ya bir durum-tespiti ya da yargısal-çatışma-çözümü anlamı aranıyor gibidir. Bu anlam, çoğu zaman ister istemez ahlakidir, yani (ahlakla hukukun ilişkisi konusunda yürütülecek tartışmalar ve farklı fikirler bir yana, her ikisini aynı-aileye mensup kılan temel kavramın yaptırım olduğu varsayımıyla), az-çok hukuksaldır. Hatta yargısal-hukuksaldır. Hiçbir çatışmanın olmadığı hikayeler yok mudur? Vardır tabii. Çok sayıdadır bunlar. Vardır da biz şimdi, hikayenin 2. unsuru olan “eylemler” konusunun bir alt-unsuru olan “çatışmalı eylemler” bahsindeyiz!

Dramatik Söz

İyi de her konuda kahramanlar, eylemler ve sonuçlar yok mu? Tıpta da var, mühendislikte de, saat-tamirinde de denebilir ama ben hukukla edebiyatın “çok özel” bağını, ilk önce; bu genel çatıda değil; çatının, özellikle, insanın (ya da insan kılığına sokulmuş bir hayvanın ya da nesnenin), kendisiyle ya da kendi dışında ne ya da kim varsa onunla olan ve çoğunlukla “dramatik” olarak kavranması gereken o “özel” ilişkisinin serimi ve işlenmesinde arayacağım. Başka bağlar da var. Onları da arayacağım ama bu başlık altındaki yazınarın konusu, hukukla edebiyat arasındaki bilgisel, betimsel, sav’sal ve anlatısal benzerlikler ya da farklar üzerine olacak, diye düşünüyorum. Bu tartışmayı, iki ana eksende yürütmek istiyorum. Birinci eksen, edebiyatta hukuk, ikinci eksen, edebiyat olarak hukuk. Bu çerçevede hukuktaki temel sorunların, edebiyata yansıması ya da edebiyattaki temel soruların, hukuka yansıması konusunda düşüneceğim. Özellikle kuralın hukuku-adaletin hukuku; kural-yorum; norm-uygulama; savunma-yargılama; hukuk-ahlak arasındaki çoğunlukla çatışmalı olan düzlemler konusunda kafa yormak istiyorum.

Yukarıda hep yasa koyucudan ve yargıçlardan bahsettim. Bir de “avukatlar” var tabii! Onlara ayrı bir bölüm açmak istiyorum. Dünyadaki hiçbir meslek, insanı, avukatlıktaki kadar devamlı ve çok yönlü çatışmalara sokmaz: kendi-kendisiyle, kendi meslektaşlarıyla, kendi-müvekkiliyle, ha tabii, özellikle yasa koyucu ve yargı organlarıyla. Mesleğin esası, “dramadır”.

0 yorum:

Yorum Gönder