6 Temmuz 2009 Pazartesi

Geleceğin Romanı ve Mert Ataol'un "Sardalya Avı"

Bir süredir internet üzerinde yazılmakta olan ve okuyucu ile yazarı birlikte dokuyan bir romanı izliyorum. Açık bir roman bu. Yazılırken okunuyor. Yazarı yaşarken, o da yazarının yaşamıyla birlikte yoğruluyor. Mavi bir roman bu, açık deniz. Ufuk çizgisinin ötelerine yaslanmış kara parçalarına açık.

Mert Ataol ‘Sardalya Avı‘ adını verdiği romanını, “çevrim içi ve etkileşimli ara yüzleriyle birlikte” işlemeye 2008 yılının Haziran ayında başlamış.Yazar, metnin, hem yazılan romanın, hem de onun yazılma sürecindeki yazarının hikayesini metaforik bir eş zamanlılıkla anlatmayı hedeflediğini söylüyor: “Roman yazılmakta ve yazarı da yaşamaktadır. O nedenle bu çalışmada da hem yazılan, hem de yaşanan bir arada ve açıktadır. Yazar yazdığının ardında kaybolup gitmez. Neyi ve nereden çıkardığı ile gerçektir ve ortadadır...Belki de okuyucusuna verecek bir hesabı vardır.”

Romanın dili, üslubu, diyalektik altyapısı, konu ve kurgusu zaten geçmiş dönemde yapılmaya çalışıldığından ve örgünleştiğinden yazarı ile” bütünleştiği bu projede “bölüm adları, hikayenin Dramaturjisine uygun olarak belirlenmiş ve içeriğine yansıtılmış...”. Yazar, “Yalın ile Pembe’nin, İsmail’in, Yosun Ana’ nın, Coşkun ve Berduş’ un olağanüstü renkler ve tonlamalarla süslediği ‘Bir göç ve aşk hikayesi’”ni bizlerle paylaşıyor.

Sardalya Avı’nın sitesinin, Nedir? adlı bölümünde kurgusal öykü hakkında bir açıklama var. İşte Sardalya Avı:

...

{ “Sardalya Avı” nedir?

Tepeköy, Karantina, Göçada ve civarlarında yaşayanların hayatları, hemencecik diplerinde, tepeden bir kaç yüz metre aşağılarında, karaçam ağaçlarının sahille buluştuğu, masmavi enginliklerin, henüz çöplüklere dadanmamış bembeyaz martılarla, kumsallar ve kayalıklarla buluştuğu, buluşmakla da kalmadığı, çoğu zaman yaşama karıştığı, deniz ile iç içedir.

Türlü renklere bulanmış sandalları, balık ağları ve kokuları, martı çığlıkları, deniz kırlangıçları, misina, olta, mantar yaka, kuşun yaka, heyamolalar eşliğinde sardalya…

Kasım ayının ilk haftası başlayan av mevsiminin, Mart ayında ikinci yarısına girilir. Bitime doğru gelir yaz. Kışlıklar uzunca bir süre yüzüne bile bakılmayacaklarından, elbise dolaplarının dip köşelerine dertop edilip kaldırılır, varsa naftalinlenir falan,

yazlıklar çıkarılır ve kırışıklıkları giderilir.

Yaz oldukça sevilir oralarda.

Denizde ise hazırlıklar başkadır. Büyük karınlı teknelerin ağ donanımları değiştirilir, fanyalı olanlar derme çatma kurulmuş balıkçı barınaklarına yığılmadan önce iyice kuruması için serenlere çekilir , yirmibirlikler ise, onları mekik ve masır iplikleriyle onaracak olan “usta” nın önune getirilip bırakılır, aylardır yüzüne bakılmamış eski tekneler, terkedilmiş hallerinden koparılıp, onarım için ve löküz kayığı olarak kullanılmak üzere, feleklere çekilirek bakıma alınır, herkesin yüzü gözü yağlı boya, macun ve bezir yağına bulanır, gülünür , şakalaşılır, eğlenilir.

İşte Sardalya Avı o zamana denk gelir.

Bu satırların yazarı artık bir gözlemcidir. Ve sardalya avına çıkar.

Herkes gibi onun da bir düşü, bir amacı ve var olabilmek için sardalya avına ihtiyacı vardır.

Yaşar…

Yaşadıkça da biriktirdiğini getirir yazdıklarının içine usulca bırakır. O artık bir gözlemci olmanın ötesine geçmiş, okuyucusu ile gözlemledikleri arasında mekik dokuyan bir ağ ustası olmuştur.

Sabırla, inatla ve inançla aktarmaya çalışmaktadır…

“Bir temas alanı” nedir?

Burası döngünün başladığı yerdir. Ağ ustası ile sardalya avının arasında biçimlenen metafordur. Göçtür mesela. Ama aynı zamanda bir aşk olma olasılığı da oldukça yüksektir. Anlayana anlamdır.

Her hangi bir ‘gözlemci‘, yaşamın dışında hiç değildir. Aktarabildikleri, temas ettiği ve gözlem değeri taşıdığına inandığı olaylar yada eylemler bütünüyle iç içedir. Aktardığı ise etkileşim süresi içinde kendinde yansıyandır. Bu nedenle “Bir temas” bölümündeki yazılar, yazarın ham veri toplamakla uğraştığı, gelişigüzel ama verimli, aynı zamanda dinamik olay akışları veya akışkanlarıdır. Yazar bu temaslardan mutlak bir yargı veya edinim ile dönmek zorunda değildir. Alır veya verir bunu dert etmez. Ancak bir ayna vardır ve habire yansıtmaktadır.

O nedenle bu alanda yazarın canlı ve cansız nesnelerle kurduğu iletişimi görecek, yaşadığı olaylar karşısında takındığı tavırları izlemeye çalışacağız. Taksi veya dolmuş duraklarında onunla yürüyecek, moda sahilinde onunla geziye çıkacağız. (Göçada) Göççeada’ da soluklanıp Tepeköy’ ün karanlık limanından dalgaları gözleyeceğiz. Uzaktan bir kadın süzülecek gözlerimize pazar yerinde, al basacak her yanımızı, kızaracağız; ya başımızı öne eğip geçeceğiz yanından, yada ona usulca ve yepyeni bir aşka yaklaşacağız.

“Bir dokunuş” alanı nedir?

Gözlemci, etkileşime girdiği olaylar zincirinde, aktif bir rol almak ister. Olanın ve sürecin içine girme olasılıklarını denemiş, bir biçimde eyleme davet edilmiş, süregidene katılmış olabilir. Bu olduğunda ise artık o, gözlediğinin içinde bir de deneye sarılmaktadır. Kendi yaşam alanının içerisine dinamikler karışır. Nasıl olsa izinlidir ve izin vermektedir. Bunu değerlemeye çalışır ve kalkar Karantina’ya iner, Coşkunun kahvesinde soluklanır, bir çay söyler, Berduş ile şakalaşır. İlerleyen zamanlarda artık Berduş ona rastladığında onunla iletişim kuracak, selam verecek ve olasılıkla da bir gece ‘Ot içmeye‘ çağıracaktır,

ya da ;

Çayını söyler, bir yandan az sonra gelecek olan çayı içerek hararetinin dineceğine inanır, bir yandan da yan masada oturmakta olan kadını süzer. Bunu incelikle yapmaktadır. Kadının okuduğu kitabı incelemeye çalışır, düşünür ve harekete geçer, belli belirsiz varlığını hissettirmeye çabalar. Başarır. Neden sonra bir biçimde kadınla temas kurar, yanyana gelirler, birlikte karıştırılır çaylar, okunulan kitabın üzerine bir şeyler fısıldanır. Birbirlerinin gözlerinin derinliklerini aralamaya çalışırlar. Artık hararet, her ikisini birden basmaktadır.

“Ve biraz da geçmiş kokar” alanı nedir?

Gözlemcilikten geçip deneyime ulaşan yazar, artık olayların içinde belli bir aşamaya kadar gelmiş, deneyim kazanmış ve süreç hakkında belirgin bir yargıya veya tutarlı bir değerlendirmeye yaklaşmıştır. Ancak bunun için, olaylar dizisinde olanlar ile geçmişte edindiği deneyimler arasında da bir uzlaşma beklemektedir. Ya içinde bulunduğu durum kendisi için biçilmiş bir kaftan olacaktır, veya giymeye çalıştığı elbiseyi parçalayacak, söküp, yırtıp bir kenara atacaktır. Bir seçim yapma zamanıdır artık. Ya Berduş ile ara sıra buluşup ona uyacak ve birlikte ‘Ot içmeye‘ devam edecekler,

veya ;

Kitaplardan konuştuğu kadın ile birlikte hareretlerini söndürürler. Oysa çaylar Karantina’da değil, başka bir sahil kasabasında içilmektedir. Mevsim yaz, ortalık ter ve tuz kokmaktadır. Bu duruma oraların diliyle ‘aylardan Temmuz‘ denmektedir. Tuz kokusu erkeği, ter kokusu da kadını çıldırtmaktadır. Bizimkilerin yüksek ısıda pişirdikleri ilişkileri ilerler, her dokunuşu bir kıvranışa, her iniltiyi bir boşalmaya çevirmeye can atmaktadırlar. Ancak sonbahar gelir çatar. Ya birlikte aynı şehre taşınacaklar, veya ayrılmayı tasarlayacaklardır. Çünkü Kadın çayını tek şekerli içmektedir.

“Vurdum duymaz” alanı nedir?

En sevdiğim alandır.

“Dökülür” alanı nedir?

Bütün olan bitenden süzülenin okuyucuya teslim edildiği bir bölümdür. Yazar yaşayacağını yaşamış, yazabileceğini de yazmıştır. Bu bir göçtür, bir aşktır belki de inadına yazılmış bir romandır.}

Yazarı yokmuş gibi okunamayacak bu açık romana, bizden küçük bir armağan olsun:

BAĞLANMAK VE OLMAK

“Buğday tane bağlar,

Süt kaymak,

En yüce bağlamak

Yara kabuk bağlar

Yarayla kabuk arasında

Kanamaktır yaralanmak

Kabuk bağlamak

Bir zamanlar yara olmuş

Olmaktır kabuk bağlamak

Yaralanmak

Bir gün kabuk bağlayacak

Olmaktır yaralanmak

Ateş kül bağlar,

Ateşle kül arasında

Bir sarkaçtır yanmak

Kül olmak

bir zamanlar ateş olmuş

Olmaktır kül olmak

Ateş olmak

Bir gün kül olacak

Olmaktır ateş olmak...”

Ve yazmak

Olmakla zaman arasında

Varolmaktır yazmak...


0 yorum:

Yorum Gönder